İnsan doğası gereği atmosferik şartlardan her zaman için kendini korumak istemiştir. Mağaraların, hem soğuk hem de şiddetli fırtınalardan korunmak için tarih öncesi çağların şartlarında iyi bir barınak olduğu açıktır. Yağmur ve fırtınanın getirmiş olduğu olumsuzlukları önleyebilmek için, mağaralar ve daha sonra oluşturulan ilk çadırlar ile birlikte yağmur suyundan sakınılmıştır. Su yalıtımı ilk olarak yağmur suyundan korunma gerekliliği ile karşımıza çıkar. Bu ihtiyaç; mağaraların, kayaların arasına gizlenme, daha sonra çadır ve dolayısıyla çatı kavramının ortaya çıkması sonuçlarını doğurmuştur. Sakınılması gereken yukarıdan gelecek sudur. Ancak zaman içinde, yapılardaki teknolojik gelişmeyle birlikte sakınılacak suyun yönü ve şartları da şekil değiştirir. Artık sadece bulutlardan gelecek su değil, yeraltı suları da yaşadığımız binalara zarar verebilir konumdadır.
Göçebe yaşamdan yerleşik yaşama geçişin bu sürece katkısı büyüktür. Ne zaman ki insanoğlu çadırları ile birlikte kıtalar boyunca gezip durmaktan yorularak, köklerini salacağı topraklara kavuşma ihtiyacı hissetti, kendi kökleri gibi bina köklerini de toprağın derinliklerine salma ihtiyacı doğdu. Artık su ile, aşağıdan da mücadele edilmesi gerekiyordu.
Yapıların, uzun ömürlü, konforlu ve sağlıklı olması; ancak doğru şekilde tasarlanarak inşa edilmesi ve yapıya zarar veren dış etkilere karşı korunması ile mümkündür. Yapılara etki eden en önemli faktörlerden biri de sudur.
Yapılar;
Suyun yukarıda sayılan yollarla yapıyı ve konforu tehdit etmesi engellenemez fakat yapılara suyun girmesi önlenebilir. Yapıların, her yönden gelebilecek suya veya neme karşı korunmaları için, yapı kabuğunun yüzeyinde yapılan işlemlere “su yalıtımı” denir.
Yapı ömrü ve dayanıklılığı açısından en büyük tehdit “su”dur. Yapıya sızan su; yapıların taşıyıcı kısımlarındaki donatıları korozyona uğratarak, kesitlerinin azalmasına ve yük taşıma kapasitesinin ciddi miktarlarda düşmesine neden olur. Ayrıca yapı bileşeni içerisinde su, soğuk mevsimlerde donarak, sıcak mevsimlerde ise buharlaşarak beton bütünlüğünün bozulmasına ve çatlakların oluşmasına yol açar. Bunun dışında zemin rutubeti veya zemin suyu içerisinde bulunan sülfatlar, temel betonuyla kimyasal reaksiyonlara girerek beton kompozisyonunun bozulmasına neden olur. Bu da yapı ömrünü ve dayanımını olumsuz yönde etkiler. Su ayrıca, binalarda insan sağlığı açısından zararlı küf, mantar vb. organik maddelerin oluşumuna da yol açar.
Zemin üstündeki yapı elemanlarını; yağış sularının ve asidik atmosfer gazlarının zararlarından; zemin altındaki yapı elemanlarını ise zemin suyu ve rutubetinin zararlı etkilerinden korumak için su yalıtımı yapılır. Etkin bir su yalıtımı için, yalıtım uygulamasının, binanın temelinden çatısına kadar tüm yapı elemanlarını kapsaması gerekir. Zemine oturan döşemeler, balkonlar, dış duvarlar, çatılar ve temel duvarları yalıtıma konu olur.
1999 yılında ard arda yaşanan iki büyük depremin ardından richter ölçeği, tsunami, zemin etüdü gibi yeni kavramlar hayatımıza girdi. Korozyon da bu kavramlardan biriydi. Depremde birçok yapının yıkılmasının nedeni korozyon, yani paslanmaydı. Korozyonun nedeni ise su yalıtımının yapılmamış olmasıydı. Yapıların suya karşı yalıtılması gerektiği ne yazık ki çok acı bir tecrübeyle dahi henüz tam olarak anlaşılamadı.
Suyun yapılar üzerindeki en büyük etkisi bina ömrü ve güvenliğiyle ilgilidir. Bu durum su yalıtımının yaşamsal bir önemi olduğunu ortaya koyar.
PVC MEMBRAN NEDİR ?
İLERİ TEKNOLOJİ YAPILAR İÇİN İDEAL BİR MALZEME
PVC "Poli-Vinyl-Chlorid [Poli -Vinil - Klorid]" kimyevi isimlerinin baş harfleridir.
PVC, uygun ve gerekli katkıların yardımıyla oluşturulan uzun ömürlü, hava şartlarına karşı dayanıklı ve sağlam bir plastik alaşımdır.
Dünya çapında yılda yaklaşık 23 Milyon / ton, Avrupa da ise yaklaşık 5,5 Milyon.ton/yıl tüketilmektedir.
PVC özellikle uzun ömürlü ürünlerin ( 20 - 50 yıl ) söz konusu olduğu sanayi dallarında kullanılmaktadır. Bu özelliği sayesinde yapı sektöründe borularda, pencere profillerinde, kablolarda, yalıtım membranlarında, zemin kaplama malzemelerinde yıllardır tercih edilmektedir. Tünel inşaatlarında kullanılan PVC esaslı yalıtım membranlarında 100 yıla kadar varan kullanım süreleri amaçlanmaktadır.
PVC diğer plastik alaşımlı maddelerle karşılaştırıldığında, çok az miktarda petrol refraksiyonu sonucu üretilir. Klor, Kaya tuzunun elektrolizi sayesinde, "atık ürün" kategorisinde ortaya çıkarak, Etilen ile bağlanır ve böylece yararlı bir şekilde kullanılır ve atmosfere serbest bırakılmaz. Etilenden, petrol ve klorun crackgas [parçalayıcı gaz] ile sodyum klorid elektrolitinden Vinilklorid PVC'in çıkış ürünü olarak ortaya çıkartılır. Bir sürü vinil klorid molekülleriyle birlikte, monomer (tekiz) olarak ta Polimerizasyon sonucunda polivinilklorid (kısaltması PVC) ortaya çıkar, yani bir polimer aynı şekildeki zincirleriyle bir çok zincir halkasıyla birbirine bağlanmış şeklindedir. Gaz şeklindeki vinilklorid'in sonuç ürününden, bir başka toz daha elde edilir, bir katı cisim şeklindedir ve bu şeklide katı ve pürüzlüdür ve işlenilmeden üzerinde çalışılması mümkün değildir. İşlenilmesi için ise yardımcı maddelere aditif (katkılara) ihtiyaç duyulur.
PVC bir amorf (biçimsiz) plastik alaşımıdır yani kristalleşme verileri yoktur ve bu nedenle tamamen transparandır (şeffaf). Bu oluşumu sayesinde plastik katkılarının homojen şeklinde plastik yapısına entegre edilmesini sağlar. Bu şekilde PVC'in özellikleri olağanüstü şekillerde kombine edilebilir ve bunun sonucunda da PVC bir çok yerlerde kullanılır. PVC gibi çok amaçlı kullanılabilen başka bir plastik alaşımlı madde yoktur. Uygun katkıların seçimiyle PVC 180-200°C 'lerde ayrıştırılmadan işlenebilir. Bu plastik alaşımının "şekil değişimleri" alçak ısı derecelerinde mümkündür. Bu tip işlemlerde ham maddeler birleştirilir, borular, hortumlar, profiller, folyo ve plakalar ekstrude edilir (file şekline bölüştürülür), teller kaplanır, yalıtımlı kılavuz rayları silindirik şekle getiril, hazır parçalar püskürtülerek dökülür ve içi boş gövdeler üfürülerek oluşturulur.
Söz konusu olan "PVC" Son yıllarda PVC politik çevrelerce sürekli gündemde tutulmuştur ve duygusal argümanlarla karşılaşıldığından, bu metnimizde konu çerçevesi içinde PVC hakkında bazı açıklamalarda bulunmak istiyoruz.
1.Argüman: " Vinil Klorid'den PVC üretimi "
Kanser hastalığını teşvik eden vinil klorid maddesinin, PVC ile çalışanların, üreticilerin veya bu maddeyi işleyenlerin insan sağlığını tehdit ettiği öne sürülmüştür.
Ancak gerçek şudur ki günümüz şartlarında artık vinilklorid maddesiyle çalışmalar sırasındaki doğabilecek her türlü tehlike bilinmektedir. Günümüzde PVC üretimleri sadece kapalı reaktörler içinde yapılmaktadır. Monitörlerle kalan monomer oranı (tekiz) polimerisasyon işlemi sırasında sürekli takip edilebilir ve reaksiyon işlemleri kalan miktar oranın 1 ppm değeri gösterdiğinde durdurulur. 1 ppm'in anlamı: 1 milyon parçacıklar içinde 1 parçacık demektir veya başka bir anlatımla (görselleştirmek için): mavi şapka taşıyan 1 milyon insan kitlesinde 1 tane kırmızı şapka taşıyan insanın bulunması gibidir.
PVC'in işlenişi sırasında ise hiçbir zaman problemler yaşanmamıştır. Prognose AG şirketi, "Greenpeace" 'in araştırma talebi üzere, % 70 PVC bileşimin yerine başka maddeler kullanılsaydı, Almanya Cumhuriyetinde yılda 3 milyar Euro artı masrafların yapılması gerektiğini tespit etmiştir. İnşaat, İskan ve Şehir planlaması Federal Bakanlığı' nın Almanya Cumhuriyetine yönelik "PVC ürünlerinin inşaat sektöründe kullanılması" raporunda, sonuç itibarıyla PVC ürünlerinden faydalanılması hususunda sağlığa zarar verecek nitelikte bir olgu olmadığını açıklamıştır.
2.Argüman: "Ağır metal içerikli stabilizatörler ( sağlamlaştırıcılar ) "
Bu alanda özellikle Kadmiyum(Cd) ve Kurşun(Pb) içerikli sıcaklık stabilizatörleri yer alır. Bu işlem günümüz şartlarında örneğin Baryum (Ba) ve Çinko (Zn) ya da Kalsiyum (Ca)- ve Kalay (Sn) içerikli stabilizatörlerle de yapılabilmektedir. Kadmiyum günümüzde tüm AB-bölgesinde ve İsviçre de yasaklanmıştır. Birçok su yalıtım membranı üreticisi, yıllardan beri ne kurşun- ne de Kadmiyum bileşimleriyle stabilizasyonlar yapmamaktadır.
3.Argüman: " Yumuşatıcılar "
Genel olarak belirtilen söyleşilerde, bir madde zehir olarak adlandırılması için, küçük miktarlarda zararlı bir etki göstermesi üzerine verilir. Bu anlamda yumuşatıcılar zehirli değildir. Geçerli olan yasa ve düzenlemelere göre, yumuşatıcılar hiçbir zehir sınıflandırmasında bulunmaz. Yumuşatıcıların toksin miktarı günlük kullanımda yer alan diğer maddelerin değerlerinden çok daha düşüktür örneğin Sodyum Klorid(yemek tuzu) gibi. En fazla da yumuşatıcılar araştırılmıştır özellikle DOP ve DINP'de yapılan araştırmalar sonucunda kemirgenlerde örneğin fare ve sıçanlarda çevre koşullarına göre dozlar kullanılmasına karşın, ömür boyu maruz bırakılmasına rağmen, kanserolojik etkenlerin görülmediği tespit edilmiştir. Bunlara karşın yumuşatıcılar, mikroorganizmalar tarafından kolayca tüketilmektedir. Yapılan araştırmalar yumuşatıcıların ayrıca suda, toprakta ve havada yığma göstermediği de tespit edilmiştir.
4.Argüman: "Yangın Sırasındaki PVC"
Bu konuyla ilgili savunulan PVC'in yangın sırasında tuz ruhu ve dioksin geliştirdiğini ve bu nedenle tehlikeli olduğu söylenmişti. Ancak gerçek şöyledir: yangın sırasında yangınla birlikte oluşan gazlar, yanmakta olan malzemenin tipine bağımsız olarak her zaman toksin içeriklidir. Oluşan zehirlenme tehlikesi, primer karbon monoksitten (CO), yani yangın sırasında tamamen yanmayan üründen meydana çıkar ve genelde de ölümlere sebep verir. Eriyen, birlikte yanan, kendiliğinden sönen PVC'de, CO ve HCI (tuz ruhu) yanı sıra bir yığın başka ayrışan ürünler ortaya çıkar ve bunlar günümüz şartlarında bilinen bilimsel bilgiler bazında yanıcı gazlara toksin katkısı vermez. Yani öncelikli zehirlenme CO 'dan oluşur, kokusuz, bayıltıcı ve ölümcül şekilde zehirlidir. Tuz ruhunun oluşmasıyla birlikte, 5 ppm yoğuşma insanın koku organı tarafından algılanabilir. Bu miktar hemen salgı bezlerini tahrik eder ve bu şekilde tehlike sinyalleri verir. Bu gibi durumlarda kendini güvenceye çıkartmak için yeterli zaman bulunur.
Özellikle çatılarda kullanılan bitümlü yalıtım membranlarında ise bitümün yüksek yanma özelliği nedeniyle hızlı bir yangın ilerlemesi, kullanılan trapez boyunca alevli sıvı akışı ve yüksek sıcaklık tehlikesi oluşmaktadır. Bu konumda PVC esaslı su yalıtım membranları bitümlü membranlar ile karşılaştırıldıklarında çok daha üstün özellikler sergilemektedirler.
5.PVC-Recycling (geri dönüşümlü)
PVC'in önemli avantajlarından birisi ise geri dönüşümlü olmasıdır. Binalarımızda bugün plastik olarak yoğun olarak PVC kullanılmaktadır ve bunlar taleplere göre çeşitli yumuşatıcılarla işlenebilir bir malzeme haline getirilmektedir. Bu malzemeler kullanım sürelerinden 25 ila 30 yıl sonra dahi problemsiz olarak geri dönüştürülebilir yani başka bir anlatımla bir döngü içine alınabilirler. Bu nedenle PVC'ler yakılmak veya atık olarak depolanmak zorunda değildir. Yani ne toprağı ne de havayı kirletir. Halen kullanılmakta olan bitümlü yalıtım membranlarında ise yaşam döngüsü içinde bir nokta vardır ve ancak yakılarak imha edilebilirler.
Bitümlü membran, yapıların suyun neden olduğu olumsuz etkilere karşı korunması, yaşam alanlarına konforlu bir su izolasyonu sağlanması amacı ile yapıların temel, perde, bodrum, bahçe,teras ve çatılarında, köprü, viyadük gibi farklı yüklere maruz kalan yapılar içinde uygun bir su izolasyon malzemesidir.
İsminden de anlaşılacağı gibi bitüm esaslı bu yalıtım malzemesi reçinesinde yapısını güçlendirici çok farklı polimerler içermektedir. Bu polimerler malzemeye çok farklı dayanımlar katmakla beraber ürünün kolay uygulanmasında ve mükemmel bir izolasyon sağlamasında başrol oynamaktadır.
Polimerlerle takviye edilmiş bitüm, farklı çekme, kopma ve yırtılma dayanıma sahip polyester yada cam tülü taşıyıcılar kullanılarak nihai özelliklerine ulaşmaktadır. Taşıyıcı özellikleri ile doğru orantılı olarak çok farklı detaylarda ve iklim şartlarına uyumlu, uygulama ve kullanım kolaylığı sunarken, bitümlü membranı diğer su yalıtım malzemelerinden ayıran önemli bir avantaj olarak karşımıza çıkmaktadır.
Şalumo alevi ile uygulanan bitümlü membran, kolay uygulanır ve sorunsuz uzun özürlü bir koruma sağlar. Betonarme yapıların içersine su ve nemin girmesini engelleyerek donatının korozyona uğramasını engeller. Deprem kuşağındaki ülkemiz için yapıların donatılarının koruması ve yapılara gereksiz aşırı yükler bindirilmemesi zorunlu hale gelmiştir. Bu bağlamda, farklı renk seçeneklerine sahip arduaz kaplı ürünler hafif yapısı ve güzel görseli ile çatıları güzelleştirmekte ve binayı yormamaktadır.
Poliüretan enjeksiyon sistemi; tek komponentli, veya çift komponentli çözüçü içermeyen poliüretan malzemenin suyun sızdığı beton boşlukları ve kılcal çatlaklara negatif yönden (suyun geliş yönünün ters tarafı) enjekte edilmesiyle uygulanan bir su izolasyon sistemidir.
NASIL ETKİ EDER ?
Suyun akışkanlığına yakın olan malzeme beton içine basınlı makine ile enjekte edilir. Malzeme beton içinde suyun girdiği çatlakların ve boşlukların içine sızarak basınç altında sıkışır ve saniyeler içinde donar. Malzeme kürünü tamamladıktan sonra dışarıdan hiçbir müdahaleyle bozulmaya, çözülmeye uğramadığından betonun içine su girişini engeller. Betonu ve içindeki demir donatıyı suyun olumsuz etkilerinden kurtarır.
KULLANIM ALANLARI:
Termal Görüntüleme
Termal görüntüleme binalarda mantolama uygulaması öncesinde mevcut yalıtım durumu hakkında bilgi verir. Isı yalıtımına sahip binalarda ısı kaçış noktalarının, mantolama yapılacak binalarda ise uygulama esnasında dikkat edilmesi gereken kusurlu bölgelerin tespit edilmesi amacıyla kullanılır.
Mantolama uygulaması sonrası yine termal kamera ile bina kontrolü yapılarak test sonuçları bina yönetimine raporlanır.
Bu sayede binalarda ısıtma ve soğutma giderleri azaltılarak önemli ölçüde enerji tasarrufu sağlanmış olur.
Gelisen teknoloji ve sanayilesme, nüfusun giderek çogalması, toplu yerlesim bölgelerinin artmasına yol açıyor. Bu durum yangın riskinin ve buna baglı olarak yangının maddi ve manevi zararlarının da artmasına neden oluyor. Yangın, yanmanın kontrolsüz bir sekilde ortaya çıkmasıdır. Yangının olusması için yangın üçgeni olarak adlandırılan üç unsur yeterlidir; yanıcı madde, oksijen ve ısı kaynagı.
Evlerdeki her tür mobilya, perde, duvar kâgıdı gibi esyaların tümü yanıcıdır. Yangınlar için gereken oksijen ise havada bulunur. Sönmemis bir sigara, elektrik kontagı, günes ısınları, soba ve ocak gibi ısı kaynakları, bazı kimyasal tepkimeler ve sürtünmeye baglı olarak ortaya çıkan ısılar ile yanıcı maddelerin herhangi bir sekilde tutusma sıcaklıgına gelmesi yangının baslamasına neden olur. Yanıcı maddelerin ve oksijenin hayatın vazgeçilmez birer parçası oldugu düsünülürse ve yanıcı maddeleri tutusturabilecek enerjiyi saglayabilecek teknolojik aletlerin çevremizi sardıgı göz önüne alınırsa, aslında yasanılan mekânlarda yangın çıkma olasılıgı sanıldıgı gibi düsük bir olasılık degildir.
Yangından korunma denildiginde bugün birçok kisinin aklına, yangın söndürme sistemleri ve duman detektörleri gibi uyarı sistemleri geliyor. Aktif koruma sistemleri olarak adlandırılan bu sistemler yangın güvenliginde önemli bir rol oynamasına karsın, yangının baslamasından sonra devreye girer ve mekanik arıza gibi çesitli nedenler ile islevlerini tam olarak yerine getiremeyebilirler. Bu nedenle; aktif önlemlerin dısında yangının ve zararlı etkilerinin, bina içinde ve komsu binalara yayılmasını yavaslatacak, kisilerin yangın mahalinden güvenli bir sekilde tahliye edilmesine olanak saglayacak yapısal önlemler alınmalıdır. Böylelikle, yangın büyümeden itfaiyecilere müdahale etme imkânı tanınır ve mal kayıpları azaltılır. Yangınların zararlı etkilerinin sınırlandırılmasına yönelik, can ve mal güvenligini saglayıcı yapısal önlemlere "yangın yalıtımı" denir.